Youtube kanalımızda gerçekleştirdiğimiz, sonrasında web sitemizin ŞantiyeTV sayfalarında ve Şantiye®nin basılı versiyonunda yayınladığımız “10 SORUDA...” isimli canlı yayın serimizin 29 Mayıs 2024 Çarşamba günkü konusu “6 Şubat Depremlerinin Öğrettikleri”, konuğu ise İTÜ İnşaat Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Alper İlki’ydi. Yapı ve Deprem Mühendisliği Profesörü Alper İlki programda, 6 Şubat 2023 Kahramanmaraş Pazarcık ve Elbistan merkezli depremlerin ayırt edici özelliklerini; Türkiye’deki yapı stoğunun genel sorunlarını; söz konusu depremlerin mühendislik açısından öğrettiklerini; yaşanan acının nedenlerini; hasar gören yapılardaki hata ve problemleri; bugüne kadar ülke genelinde riskli bölgelerde yapılanları; yeni binalarda dikkat edilmesi gereken mühendislik unsurlarını; güçlendirmenin gerekliliği ve bu süreçte nelere dikkat edilmesi gerektiği ile önümüzdeki süreçte nasıl bir inşaat politikası izlenmesi gerektiğini Şantiye® okurları için özetledi.
Bu röportaj canlı yayın olarak ve bir sunum eşliğinde gerçekleştirildiğinden mülakatın tamamını www.santiye.com.tr’de yer alan ŞantiyeTV sayfalarından veya youtube kanalımızdan izlemenizi tavsiye ederiz.
1) 6 Şubat 2023 Kahramanmaraş Pazarcık ve Elbistan merkezli depremlerin ayırt edici özellikleri sizce nelerdi?
Öncelikle bu depremlerin çok sürpriz, beklenmedik depremler olmadıklarını söylemem lazım. Herkes tarafından bilinen, beklenenler depremlerdi. Deprem haritalarına bakıldığı zaman da zaten o bölgenin ciddi bir deprem kuşağında yer aldığı görülebiliyor. Ayırt edici özelliği ise iki büyük depremin çok kısa bir aralıkla artarda olmasıydı. Bir diğeri ise beklenenin bir miktar üzerinde bir şiddette gerçekleşmeleriydi. Bunun sonucunda da maalesef adeta yüzyılın afetlerinden biri yaşandı. Karada yaşanan en büyük depremlerden biriydi. Tabii bizim yapı stoğumuzun durumuyla birleştiği zaman çok ciddi bir can kaybı, bina hasarı ve ekonomik kayıpla sonuçlandı. Öncesinde ülkemizde yaşanan depremlerden çok daha ağır bir deprem tecrübesi yaşadık. Fakat 6 Şubat’ta yaşananlarla baş edebilmek onlardan çok daha farklıydı.
Ayrıca bazı bina tipolojileri için deprem tehlike haritasında öngörülen tasarım ivmelerini geçen ivmeler oluştu. Yani bazı bölgelerde binalar tahmin edildiğinden daha büyük etkilere maruz kaldılar. Ama bu durum aslında binaların yıkılmasını gerektirmiyordu. Tasarım ivmelerinin aşıldığı yerlerde bile kurallara uygun yapılan pek çok bina ayakta kaldı. Yani bu tasarım ivme değerlerinin aşılması da söz konusu depremlerin ayrıcı özelliklerinden biriydi.
Bu kapsamda deprem tehlike haritası ve deprem yönetmeliklerimizle ilgili bazı spekülasyonlar yapılıyor, olumsuzluklar dile getiriliyor; tüm bunlara çok katılmamakla birlikte tabii ki geliştirilme yapılabileceğine inanıyorum ama bizim majör problemimiz bu değil. Deprem bölgesinde çok bulundum ve çok sayıda bina inceledim. İlgili mühendislik kurallarına ve yönetmeliklere uygun yapılmış binaların tümünün ayakta kaldığına şahit olduk. Yıkılan bütün yapılarda ise çok ciddi hatalar olduğunu gördük. Bunun yanında bu büyüklükteki bir depremde büyük etkilere maruz kalan bazı yerlerde yapıların hasar görmesi de son derece normal. Dolayısıyla asıl sorunun mevzuatla doğrudan alakalı olmadığını söyleyebilirim. Bu dokümanların anlaşılması, uygulanması ve kontrol edilmesi zor olabilir, belki basitleştirilmeleri gerekebilir ama kesinlikle çok da eksik ve yanlışları olduğunu düşünmüyorum.
Söz konusu depremlerin ayırt edici özelliklerinden biri de, normalde yüzde 2 veya 3 olması gereken ağır hasarlı bina oranının bu depremlerde beton yapılarda yüzde 8’e çıkmış olması. Tüm binalar dikkate alınırsa bu oran yüzde 12’ye çıkıyor. Çok yüksek oranlar bunlar. Diğer taraftan 99 depreminin ardından yönetmeliğin yenilendiği ve tam uygulanmaya başlandığı, depreme karşı bilincin oluştuğu, yapı denetim sisteminin devreye alındığı, süreçlere mühendisinden idaresine kadar farklı bir gözle bakılmaya başlandığı 2000 yılı sonrasındaki binaların hasar ve yıkım oranları çok daha düşük kaldı. 2000 öncesi binaların yüzde 1’i yıkılmışken bu oran 2000 sonrası yapılan binalarda binde 2’ye düşüyor. Belki yeterli görülmeyebilir ama pozitif bir yönde ilerlendiğini göstermesi açısından bence önemli.
2) Türkiye’deki yapı stoğunun genel sorunlarını özetleyebilir misiniz?
Bir milat olarak gördüğüm 2000 yılı öncesi inşa edilmiş yapıların risklerinin çok daha yüksek olduğunu söyleyebilirim. Bu kapsamda üç temel problemimiz var. Birisi yapılarımızın rijitliğinin yetersiz olması, ikincisi dayanımlarının düşüklüğü, ama en az bilinen ve en ciddi sorunlardan biri ise yapılarımızın yeterli sünekliliğe sahip olmaması. Maalesef özellikle 2000 öncesi yapılarımız sünek değil. 2000 sonrası yapılan ve yıkılan yapıların da önemli bir sorunu sünek olarak detaylandırılmış olsalar da uygulamada, inşa aşamasında bu unsura dikkat edilmemiş olması. Aslında diğer eksikliler olsa da binalarımız biraz daha sünek davranabilse belki bu kadar can ve mal kaybı yaşanmayacaktı. Sünek davranış için gerekli basit bazı kurallar uygulanmayınca ağır hasar, yıkım ve ölümler kaçınılmaz oluyor.
Ayrıca depremde ayakta kalmış ama ağır hasar gören, artık kullanamayacak durumdaki binaların sınırlı hasar ile kontrollü hasar sınıflaması arasında bir hasar seviyesi tanımlanabilir mi, tasarım buna göre yapılabilir mi, onarım metodolojisi ne olmalı gibi konular gündemde. Bu hayata geçirilebilirse artık depremden beklentimiz “öldürmesin ama bir daha kullanamayacak derecede hasar görebilir” değil, “hem öldürmesin hem de depremden sonra belli onarımlarla bina kullanılabilecek hale gelebilsin” hedefi.
2000 yılı sonrası yapıların çeşitli parametrelerin birleşmesi ve mevzuattaki iyileştirmeler sonucu çok daha iyi performans verdiği tartışılmaz. Bina yapım periyotları göz önünde bulundurulduğunda teknoloji, bilinçlenme, denetim mekanizmasının devreye girmesi gibi nedenlerle ortalama beton kalitesinin, nervürlü donatı kullanımının, etriye aralıklarının, donatı oranlarının, kolonlardaki ortalama eksenel yük düzeylerinin, spektral ivme kapasitelerinin yükseldiğini görebiliyoruz. Hepsi özellikle 2000 yılından sonra ciddi derede artmış. Ayrıca 2000 öncesi binalar da aslında mevcut yönetmeliklerin minimum kurallarına göre bile inşa edilselerdi belli oranda yine güvenli olacaklar ve muhtemelen yıkılmayacaklardı.
3) Maraş depremleri ve diğerlerinde neden bu kadar büyük acılar yaşandı? Yıkılan, hasar gören yapılardaki hata ve problemler sizce nelerdir?
O bölgedeki binalar da ülke genelindeki binalarla hemen hemen aynı sorunlara sahip. Hasar gören binalar genelde aynı dönem yapıları. Sorunlar benzer sorunlar... 2000 sonrası denetim mekanizmasının daha iyileştiği, bilinçlenmenin daha fazla olduğu dönem için en azından Türkiye genelinin bölgeden daha iyi olduğunu ümit ediyorum.
En sık karşılaştığımız problemler düzensiz ve zayıf yapısal sistemler, zayıf kolon-güçlü kiriş ve diyafram problemleri. Yani daha çok tasarım sırasında en iyi mimariyi elde etmek için biraz yapı sisteminin kalitesinden, düzeninden feragat etmek zorunda kaldığımız yapı sistemleri... Maalesef deprem bunları affetmiyor. Düzenli bir yapı çok zor yıkılıyor, hatta yıkılmıyor bile. Yani düzenli aksları olan, birleşimleri doğru yapılmış, düşeyde yatayda süreklilikleri olan binalar kusurlarına rağmen kolay kolay yıkılmıyor. O yüzden bu düzenli yapı tasarımına çok dikkat etmemiz gerekiyor. Binalarda en sık karşılaştığımız sorun rijit olmaları, düzenli çerçeveler oluşturulmamış olması, güçlü bir takım perde sistemler olmasına rağmen diyaframların yetersizliği sebebiyle kuvvet aktarımının doğru yapılmaması, güçlü kolon-zayıf kiriş, yumuşak kat sorunları... Bu tip sorunlara önlem alınmadığı sürece ciddi hasarlar görmeye ve can kayıpları yaşamaya devam edeceğiz.
Betonarme binaların performanslarının iyi olmadığını görüyoruz. 98 yönetmeliği ile hayatımıza giren kapasite tasarım ilkeleri gereği göçme mekanizmasının, ki aslında biz ayarlıyoruz her düğüm noktasında kolonları kirişleri kontrol ederek, kirişlerin zayıf olmasını bütün taşıyıcı elemanlarda kolon perde eğilme kapasitesinin, kesme kapasitesinin altında kalmasını sağlayarak sünek davranışa yönlendiriyoruz ama bunların yapılmadığı pek çok bina da mevcut.
Diğer taraftan en yaygın görülen problem ise yine maalesef sünek davranışı sağlayabilecek enine donatı düzenlemelerinin yapılmamış olması. Özellikle kolonlarda bazen kolon-kiriş birleşim bölgelerinde bu son derece önemli. Çünkü bu tür büyük depremlerde yapının doğrusal olmayan davranış yapacağı, yani sünekliğe ihtiyaç duyacağı, deformasyon kapasitesi olması gerektiği bilinen bir şey. Beton gevrek bir yapı, beton bir yapı kendi başına sünek davranamaz. Sünek davranabilmesi için betonun sargılanması gerekir. Maalesef yıkılan hiçbir binada bu sargılamanın doğru yapılmadığını gördük. Doğruya yakın yapıldığını da görmedik. Pek çok problem bir aradaydı, dolayısıyla hasarın değil ama yıkımın en önemli sebeplerinden biri sünek davranışı sağlayacak düzenlemelerin yapılmamış olmasıydı. Düşük beton kalitesi de burada rol oynuyor tabi. Yani beton kalitesi düşük olduğu zaman kolon üzerindeki kuvvetler aynı kalmakla beraber kapasitesine oranla çok yükseldiği için yapı maalesef sünek davranacak özellikleri sağlamamış oluyor. Bu da özellikle eski yapılarda yıkımların temel sebeplerinden biri. Bu sebeple hasar gören, yıkılan bazı binalar görüyoruz. Büyük deformasyon talepleri oluyor ve kolonlar ve perdeler bu etkiler altında ezilip formasyon kapasitesini kaybediyor ve diğer tarafta tabii donatılar da çok fazla uzayıp, kopup binalar ciddi hasarlar görebiliyor. Düşük malzeme kalitesi de sık karşılaştığımız bir problem. Özellikle eski yapılar, 2000 öncesi yapılardaki beton dayanımları hemen hemen olması gerekenin yarısı kadar. O yüzden pek çok yapı ayakta zor duruyor.
Zemin kaynaklı problemler ve sıvılaşma durumları da bazı bölgelerde çok sık yaşandı. Binaların tamamıyla yana yattığına, kısmen zemine gömüldüğünü gördük. Ki bu durumlar aslında yıkımlardan daha az can kaybı yarattığından daha tercih edilebilir olabiliyor.
Hep gördüğümüz ama bu depremde daha da öne çıkan bir konu, yapısal olmayan hasarların yaygınlığıydı. Yapısal sistem hasar görmese bile duvar veya asma tavan hasarları ile bazı binalar kullanılamaz oldu. Bu kapsamda asma tavanlar, kaplamalar vs. yapmak yerine taşıyıcı olmayan elemanların da depremde en azından can kaybına neden olmayacak malzeme ve bağlantılarla inşa edilmesi yerinde olacaktır.
4) Söz konusu depremler mühendislik açısından sizce neler öğretti?
Geçtiğimiz sorularda kısmen değindik aslında... Her depremden sonra olduğu gibi yine fay hatları tartışılıyor, fay haritalarının yenilenmesi gerektiği üzerinde duruluyor, depremin erkenden tahmin edilebilmesi üzerine görüşler ileri sürülüyor... Evet bunlar tartışılabilir tabii ama asıl derdimiz yapılarımızın depreme dayanıklı olmaması. Bu sorunu çözemedikçe diğer sorunların çözümü çok da bir şey ifade etmez. Sorun net aslında. Depremden sonra bazı sokaklara 3-4 ay girilemedi. İstanbul’u hiç konuşmak istemiyorum. Umarım olası İstanbul depremi tüm önlemler alındıktan sonra olur. Yapılarımızı en hızlı şekilde en riskliden başlayarak risksiz hale getirmemiz gerekiyor. 2000 öncesi yapılan yapıların çok büyük kısmının deprem güvenliği yok. Elimizdeki sınırlı kaynaklarla bu çok riskli binalardan başlanıp bunların bir şekilde yıkıp yeniden yaparak ya da güçlendirerek iyileştirilmesi gerekiyor.
İkinci bir konu olarak, yeni yapılarda kayda değer iyileşme sağlanmış olmakla birlikte hala bazı ciddi problemlerin tekrarlandığını görüyoruz. Mesela dört bloklu sitenin bir bloğunun bir kolonunda, bir katında bir problem değil de dört bloklu sitenin tüm bloklarında, bütün katlarında ve bütün kolonlarında aynı problem var. Yani sistematik devam eden bir problem. Sonuçta yapı denetimini daha da iyi noktaya getirmemiz gerekiyor. Belki her şey denetimle çözülmüyor, dolayısıyla eğitimle her seviyede bilinçlendirme şart. Eğitime sonuna kadar devam etmek gerekiyor. Bu vesileyle Türkiye Deprem Vakfı’nın 55 modüllü bir eğitim paketini vurgulamak ve önermek istiyorum. Çok kıymetli bir eser.
5) Bugüne kadar bölgede ve ülke genelindeki riskli bölgelerde yapılanlar hakkındaki yorumlarınız nelerdir?
Deprem sonrası tabii çok hızlı bir müdahale süreci başladı ve genel itibariyle iyi olabileceğini söyleyeceğim çok hızlı bir hasar tespit çalışması yapıldı. Ayrıca bu depremden sonra ilk kez Doğal Afet Sigortaları Kurumu, AFAD ve Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın sistemleri birleştirildi. Eskiden tespitler ayrı yapılırdı fakat bu depremde buna zaman olmadığı için ortak bir sistem geliştirildi. Bakanlığın görevlileri tespiti yapar yapmaz bu DASK’ın sistemine düştü ve bu kararlar doğrulandıktan sonra başvurusu beklenmeden eldeki iletişim bilgileri ve hesap bilgileri doğrusunda ödemeler yapıldı. Ben buradan DASK sigortalarının yapılması gerektiğini de vurgulamak isterim. Çünkü oldukça uygun şartları olan bir sigorta ve depremden sonra böyle bir destek çok önem kazanıyor. DASK çok ciddi bir hasar ödemesi yaptı birkaç ay içinde. Ufak tefek pürüzler muhakkak vardır ama genel itibariyle ödemeler yapıldı.
Depremden sonra tarihi yapılarla ilgili de hızlıca çalışmalar başladı. Tarihi yapıların olabildiğince doğru şekilde restore edilmesi veya yeniden yapımıyla ilgili komisyonlar kuruldu. Onun dışında diğer yapılaşma faaliyetlerinin de hızla ilerlediğine şahit oluyorum. İnşaatlar hızla yapılıyor. Ülkede eleştirilebilecek şeyler olmakla birlikte pozitif şeyler de yapılıyor; yönetmelikler yenileniyor, kentsel dönüşüm yasaları yenileniyor, güncelleniyor... İstanbul’da okullar, hastaneler yenileniyor, güçlendiriliyor. Doğal Afet Sigortası, riskli bina tespit esasları ve hasar tespit yönetmeliği gibi unsurlar, uygulamalar hayatımıza girdi. Yani olumlu şeyler de var...
6) Yeni binalarda dikkat edilmesi gereken en önemli mühendislik unsurları neler olmalı?
Biraz önce parça parça cevap verdik aslında bu soruya... Söylediğim gibi kurallara uygun inşa edersek bina depremleri ayakta atlatır. Bununla ilgili akademik çalışmalar yapılabilir, faylar yeniden değerlendirilebilir, daha iyi deprem performansı nasıl elde edilebilir üzerine çalışılabilir ama şu anda binaları olması gerektiği gibi yaparsak zaten en azından binada yaşayanların sağ salim depremi atlatmalarını sağlayabiliriz. Ama tabii bu arada yapı denetimi konusuna da çok dikkat edilmesi gerektiğini belirtmeliyim.
7) Güçlendirmenin gerekliliği ve bu süreçte nelere dikkat edilmesi gerektiği konusunda neler söylersiniz?
Son 20 yıldır dünyada güçlendirme konusunda çok fazla çalışma yapıldı. Gözlemsel ve deneysel anlamda güçlendirme çalışmalarının işe yaradığı aşikar. Buna dahil olduğum ve gözlemlediğim birçok çalışmada şahit oldum. Güçlendirme işe yarar ama tabii ki doğru yapıldığı takdirde. O yüzden muhakkak işi bilen tecrübeli uzmanlar tarafından projelendirilip uygulanması son derece önemli.
Diğer taraftan tabii ki her bina güçlendirilmez. Bu kapsamda karar öncelikle teknik gerekliliklere ve maliyete bakılarak verilebilir. Karar mal sahibine ait. Güçlendirme maliyetinin, binanın yıkılıp yeniden yapılma maliyetine oranı önem kazanıyor.
Güçlendirme maliyetinin, binayı yıkıp yeninden yapma maliyetinin yüzde 25 kadarı olduğunu söylemek mümkün. Bir binayı yıkıp yapmak yerine 4 bina güçlendirebilir. Ve bir binayı güçlendirmek, yıkıp yapmanın üçte bir zamanını alıyor. Uygun binaları güçlendirmek makul bir yaklaşım olabilir belki ama pek çok şeyi bir arada düşünmek gerekir. Yıkıp yeniden yapmanın çevresel etkilerini de göz ardı etmemek gerek. Bu anlamda binaları olabildiğince koruyup, güçlendirmek, yaşam sürelerini uzatmak daha çevreci bir yaklaşım olur. Tabii bu arada tescilli tarihi ve mimari anlamda önem arz eden binaları da güçlendirerek korumak gerek.
8) Deprem güvenliğinin sağlanması açısından şantiyelere yönelik düzenlemeler gerekli mi? Ya da şantiyelerde ne tür düzenlemelere ihtiyaç var?
Şantiyelerde bu anlamda “şantiye şefi”, “her düzeyde eğitim” ve “denetim” önem kazanıyor... Tüm şantiyelerde kesinlikle sorumlu bir şantiye mühendisinin olması gerekiyor. Ayrıca her düzeyden çalışanın sürekli eğitimden geçmesi, kendini güncellemiş olması şart. Bunlarla beraber dıştan bir yapı denetiminin kusursuz bir şekilde yapılması gerekiyor. Bu üç unsura dikkat edildiği takdirde şantiyelerdeki sorunların en aza ineceğini düşünüyorum.
9) Önümüzdeki süreçte nasıl bir inşaat politikası, stratejisi izlenmesi gerekiyor?
Bu soruya da aslında kısmen önceki cevaplarda yer verdik... Öncelikle mevcut yapıların bir önceliklendirme sonrası depreme dayanıklı hale getirilmesi gerekiyor. Ayrıca yeni yapıların da taşıyıcı sistem ve taşıyıcı olmayan elemanlarıyla depreme dayanıklı inşa edilmeleri şart.
Diğer taraftan ülkede çok sayıda üniversite olduğundan bunların tümünde belli bir standardı yakalamak çok zorlaşıyor. Bu kapsamda sertifikalı veya lisanslı mühendislik gibi uygulamaların hayata geçirilmesi gerekiyor. Şu anda kırk senelik tecrübesi olan bir mühendisle yeni mezun bir mühendis hemen hemen aynı yetkilere sahip. Ayrıca deprem alanında daha basitleştirilmiş, hatasız uygulanabilecek ve kolay kontrol edilebilir teknik dokümanlar yaratılmalı. Şantiye şefliği gerekliliği, sürekli yaygın eğitim ve yapı denetimi unsurlarını da biraz önce belirtmiştim zaten.
Bu röportaj canlı yayın olarak ve bir sunum eşliğinde gerçekleştirildiğinden mülakatın tamamını www.santiye.com.tr’de yer alan ŞantiyeTV sayfalarından veya youtube kanalımızdan izlemenizi tavsiye ederiz.
11 Ağustos 2024
Türkiye'nin en ESKİ, en BİLİNEN ve EN ÇOK ZİYARET EDİLEN şantiyesi: ŞANTİYE®...
İnşaata dair "KAYDADEĞER" ne varsa... 1988'den bu yana...
Şantiye®nin ürettiği, derlediği ve yayınladığı içeriklerde öncelik “KAMUSAL YARAR”dır...
Ve yayınlanan içeriğin “ÖZEL” olmasına özen gösterilir...
BASILI DERGİ + E-DERGİ + SANTİYE.COM.TR + SOSYAL MEDYA + DİJİTAL PLATFORMLAR...
İnşaat sektörünün buluşma noktası Şantiye®, “Güven”i temsil eden “Basılı bir Yayın” olma özelliğinin yanı sıra yenilenen web sitesi, Turkcell Dergilik ve Türk Telekom E-Dergi gibi mobil uygulamalardaki varlığı, 42 bin E-Bülten abonesi ve 85 bin sosyal medya takipçisi-bağlantısıyla inşaat sektörünün en önemli iletişim platformlarından biri olmaya her ortamda devam ediyor... 1988'den bu yana...
Şantiye® ayrıca yapı sektörüne "Şantiye'nin Yıldızı Ödülü", "Yılın Yeşil Yapı Malzemesi / Teknolojisi Ödülü" ve "Şantiyeden Kareler Fotoğraf Yarışması" gibi farklı organizasyonlarla da katkı sunuyor.
Şantiye®nin son sayısı da dahil 1988 yılından bugüne kadar yayınlanan TÜM SAYILARINA E-Dergi olarak göz atmak için lütfen tıklayın...
Şantiye®, başta ABONELERİ olmak üzere 2020-2024 yıllarında ilan veren firmalar ABS Yapı, Akyapı, Alumil, Anadolu Motor (Honda), Alkur, Ak-İzo, Altensis, Arbiogaz, Aremas, Arfen, Assan Panel, Asteknik, Atos, Batıçim, Baumit, Betek, Betonblock, Borusan CAT, Bosch Termoteknik, Bostik, BTM, Buderus, Bureau Veritas, Çimsa, Çuhadaroğlu, Çukurova Isı, Duyar Vana, DYO, Efectis ERA, Ekomaxi, Elkon, Emülzer, Eryap, Filli Boya, Fixa, Fullboard, Form Endüstri Ürünleri, Form Endüstri Tesisleri, Form MHI (Mitsubishi Heavy Industries) Klima, Garanti Leasing, GF Hakan Plastik, Gökçe Brülör, Grundfos, Hilti, IQ Alüminyum (by Deceuninck), İNKA, İntek, İpragaz, İstanbul Teknik, İzocam, İzoser, Kalekim, Knauf, Knauf Insulation, Komatsu, Köster, Kuzu Grup, LG, Marubeni, Masdaf, Master Builders Solutions, MBI Braas, Meiller Kipper (Doğuş Otomotiv), Messe Frankfurt, Messe München/Agora Tur., Mekon, Mitsubishi Chemical, Nalburdayim.com, NETCAD, ODE, Ökotek, Özler Kalıp, Özpor, Panasonic, PERI, Pimakina, Polyfibers, Polyfin, Prometeon, Ravago, Rehau, Saint Gobain Türkiye, Saray Alüminyum, Schüco, Selena (Tytan), Sentez Mekanik, Serge Ferrari, Shell, Siemens, Sistem İnşaat, Soudal, Sika, Şişecam, Temsa, TMS, Tekno Yapı, Türk Ytong, Tremco illbruck, Vaillant, Vekon, Wermut, Wilo ve Xylem’in değerli katkılarıyla hazırlanmaktadır.
ABONE OLMAK İÇİN
Bir yıllık abonelik bedelimiz olan 1200 TL (6 Sayı, KDV Dahil)'yi TR70 0001 0008 5291 9602 1550 01 IBAN no’lu hesabımıza (Ekosistem Medya) yatırıp; ardından dekontu, açık adresinizi ve fatura bilgilerinizi (şahıs ise TC kimlik no; firma ise vergi dairesi-numarası) santiye@santiye.com.tr adresine e-posta veya 0532 516 03 29 no’lu telefona WhatsApp / SMS aracılığıyla ulaştırabilirsiniz.