Gittiği ilk iş görüşmesinde, “Yüksekten korkmazsın değil mi?” sorusunu dahi cevaplayamadan kendini Ankara-Eskişehir yolunun ilk prestij projelerinden Halk Bankası Genel Müdürlüğü şantiyesinin kule vinç sepetinde bulan Semagül Köprülü, Mimarlık eğitiminin ardından meslek hayatında geçirdiği çeyrek asırlık süreç içinde yüzlerce şantiyede görev almış bir isim... Ankara Rüzgarlı Sokak’ta başlayan profesyonel kariyerinde her yönüyle mesleğin içinde olmasının yanı sıra İMSAD, İZODER gibi sivil toplum kuruluşlarına da katkılar sunan ve SUDER Başkan Vekilliği gibi önemli görevler de üstlenen Köprülü, “İnşaat sektöründe kadın olmanın dezavantajını hiç yaşamadım... Topuklu ayakkabı değil de çizmeyle gidip şantiyenin hakkını verirseniz saygı görmeme ihtimaliniz yok” diyor... Röportaja 383. sayımızın e-dergi versiyonununda göz atmak için lütfen tıklayın
Röportaja 383. sayımızın e-dergi versiyonununda göz atmak için lütfen tıklayın
“Köy Enstitüsü mezunu olan, gittiği her yere değer katan öğretmen bir babanın ve sevgi dolu fedakar bir annenin çocuğu olarak Posof’ta, 1969 yılında dünyaya gelmişim... 20 Temmuz 1969'da Ay'aadım atan ilk insan haberini dinlemek babama ismimle ilgili ilham vermiş olacak ki, bana, gökyüzü anlamında ‘Sema’ ismini koymuş. İkinci ismim de ablamla kafiye olması için sanırım... Henüz kırk günlükken çıkan tayin bizi ailecek Erzurum’a sürüklemiş. Erzurum/Hınıs’taki yatılı bölge okulunda yöneticilik yapan babam dolayısıyla çocukluğumun ilk yılları, yöredeki mülki amirler, kaymakam, savcı, öğretmenler, doktorlar ve onların ailelerinin kaldığı lojmanda, komşuluk ve arkadaşlık ilişkilerini hala özlemle hatırladığım harika bir ortamda geçti. Babam kamudan genç yaşta emekli olduktan sonra, aktif olarak siyasetin içerisinde yer aldı. Dolayısıyla bürokrasinin ve siyasetin içinde büyüdüğümü ve hep ilgimi çektiğini söyleyebilirim...”
“Üçü de öğretmen olan bir ağabeyim, iki de ablam var... Onların üniversite çağına gelmeleriyle ailem büyük bir şehre taşınmamız gerektiğini düşünerek Ankara’ya yerleşme kararı aldı. Annem ve Babam, eğitime çok önem veriyor, çocuklarının iyi okullarda eğitim görmesini istiyor ve farklı şehirlerde yatılı okullarda okuyan çocukları ile artık beraber olmayı arzu ediyordu. Dolayısıyla ben ilkokul ikinci sınıftayken Ankara’ya taşınmıştık. Ağabey ve ablalarım teker teker üniversite eğitimlerine başladıkları dönemde ben henüz küçük olduğumdan, benim için o günlerin en güzel uğraşı onları gözlemlemek oluyordu...”
Fanatik bir Atatürk Lisesi mezunuyum
“Ankara’ya taşındığımızda bıraktığım arkadaşlarımı ve lojman hayatımızı özleyerek bir alışma süreci yaşadım tabi ki. Ancak yeni komşularımız ve okul arkadaşlarımla da kısa sürede diyalog kurmuştum. Sınıf arkadaşlarım hoş geldin kabilinden beni sınıf başkanı seçmişti, andımızı her sabah okula ben okutur olmuştum. Yazı yazmak, şarkı söylemek, şiir okumak her yaşta sevdiğim şeylerdi. İlköğretim dönemimde kompozisyon yarışmalarında da dereceler alıyordum. Okullar arası bir şiir yarışmasında Ankara birinciliği edinmiştim. Ankara Atatürk Lisesi mezuniyetimi ise çok önemserim. Kuruluş yılı 1886 olan okulun 100. yıl mezunu olmak ve Atatürk’ün ziyaretinin ardından O’nun adının konulmuş olması gurur duyduğum şeylerdir. Okul mezunlarının hayata kattığı değerleri hala takip ederim. Fanatik bir Ankara Atatürk Lisesi mezunu olduğumu söyleyebilirim...”
Mimarlık ofisi beni çok etkilemişti
“Mimarlığa lise yıllarında ilgi duymaya başlamıştım. Buna vesile olansa bir arkadaşımın mimar olan teyzesiydi; daha doğrusu teyzesinin ofisi ve ofisin havasıydı... Okula gitmek için indiğimiz Maltepe Nokta durağının yakınındaki o mimarlık ofisini ziyaret ettiğimiz gün çok etkilenmiştim. T cetvelleri, eğimli masalar, duvarda yer alan projeler mimarlık eğitimi almama sebep olmuştu...”
Eskişehir, ismi gibi “eski” gelmişti
“Üniversite sınavları sonucu Eskişehir’deki Anadolu Üniversitesi Mimarlık Fakültesi’ni kazanmıştım. Eskişehir hem Ankara’ya çok yakın hem de ulaşımı kolay bir şehirdi. Genelde trenle gider gelirdim. Şehir, Ankara gibi büyük bir şehirden sonra biraz ufak, bakımsız ve ismi gibi eski gelmişti. Ama şimdilerde o zamanki rektörümüz olan Sayın Yılmaz Büyükerşen’in belediye başkanı olmasıyla zamanla büyük bir gelişim gösterdi. İlk gidişimdeki hayal kırıklığı, tarihi gar binasını gördükten sonra epey değişmişti...”
Eskişehir, 1989 / Eşiyle...
Yurtta kalıyordum
O dönem bugünkü kadar konfor koşulları oluşmadığından ve bir öğretmen çocuğu sorumluluğu ile öğrenciliğimi Kredi ve Yurtlar Kurumu’nun yurdunda geçirmiştim. Çok da zorlanmamıştım. Yurtta 4 senelik hakkım bitip de Mimarlık Fakültesi’nden de 4 yılda mezun olamayınca yeni yurt arayışına başlamıştım. Eskişehir’in önemli fabrikalarından Şeker Fabrikası’nın yeşillikler içinde çok güzel bir yurdu olduğunu duymuş ve kendi irademle gidip müdürün kapısını çalıp, son senemi o yurtta kalarak geçirmek istediğimi dile getirmiştim. Beni misafir edip edemeyeceklerini sormuştum. O yıllarda demek ki daha güvene dayalı ilişkiler varmış ki müdür, bir öğrenciye yardımcı olmak istemiş ve o yurtta kalmama imkan tanımıştı. Çok şirin, tek katlı ve taş duvarlı bir yurttu. Güzel bir son sene geçirmiştim orada. Şekerspor sporcularıyla aynı yemekhanede yemek yemek, onların disiplinli hayatlarına şahit olmak benim için farklı bir tecrübeydi...”
Mezuniyet projemi Şevki Vanlı ile yürütmüştüm
“Birçok Mimarlık öğrencisi gibi bir buçuk sene uzatarak beş buçuk yılda bitirdiğim Anadolu Üniversitesi Mimarlık Fakültesi’nde iyi bir akademik eğitim aldığımı söyleyebilirim... Tüm hocalarımın ismini saymak isterim, ama hepsini temsilen diyebilirim ki, şimdilerde özel bir üniversitenin dekanı olan Sayın Yavuz Koşaner Hocam ve diğer hocalarımız bizlere en iyi eğitimi verebilmek için çok şeyler yaptı. Mezuniyet projemi, Türkiye’nin ilk uydu kenti Oran Sitesi’ni tasarlayan ve uygulayan Şevki Vanlı ile yürütmüş olmak, gurur duyduğum süreçlerden biridir. Onun yanında mezuniyet jürilerimizde Behruz Çinici, Hasan Özbay, Tamer Başbuğ, Nevzat Sayın, Özgönül ve Erdem Aksoy, Tatsuya Yamamoto gibi zamanın çok iyi mimarları da vardı. Bu değerli misafir hocalar vasıtasıyla ufkumuz genişler, mimarlığın nasıl bir meslek olduğunu daha iyi kavrardık. Tabii rahmetli Şevki Vanlı Hoca ile ilişkimiz daha başkaydı... Tashihleri, ikimiz de aslında Ankara’da ikamet etmemize rağmen yine prensip olarak Eskişehir’de fakültede verirdi. Çoğu zaman da Ankara’dan tesadüfen aynı otobüs veya trenle gider, aynı vasıtayla da dönerdik. Bu seyahatlerde annemin yolluk olarak yaptığı kekleri kendisine ikram etmem hoşuna giderdi. İkramların olmadığı seyahatlerde ise bunu hemen fark eder, takılırdı...”
Ödevlerin üzerinde uyuyan bir kedi bulabilirdik
“Beş buçuk yılın sonunda bitirdiğim fakültede mezuniyet konum, bir mühendislik-mimarlık fakültesi dizaynıydı. O çizimleri hala saklıyorum. Diğer taraftan, mezun olduktan yıllar sonra, bu sene mezuniyet jürisine konuk hoca olarak da davet edilmiş olmak bende çok farklı duygular uyandırdı. Tabii bizim eğitim aldığımız yıllardaki eğitim dokümanlarıyla şimdikileri görme ve teknolojiyi karşılaştırma fırsatı da buldum. Biz yurt odalarında paftalar üzerinde çalışırdık ve çizimi bitirip yatıp, sabah kalktığımızda kağıtların üzerinde bir kediyi uyurken bulabilirdik... Günümüzde ise her şey çok farklı, dijital. Kağıt neredeyse yok. Pandemi dolayısıyla görüşmeler, mezuniyetler bile uzaktan, bilgisayar üzerinden yapılıyor...”
Eskişehir karakteristik özelliklere sahip bir şehir
“Eskişehir şimdikinden daha bakımsız olmasına rağmen o zamanlar da yine karakteristik özelliklere sahip bir kentti. Odunpazarı evleri mimarlık öğrencileri için bulunmaz bir nimetti. Orada yaptığımız stajlardaki projelerin şimdilerde hayata geçirilmesi, o eski evlerin değerlendirilip turizme açılmış olması çok memnun edici... Senede bir kere de olsa ziyaret etmeye çalıştığım Eskişehir gerçekten yaşanabilir bir kent...”
Mimarlar Odası’nda çalışıyor, Mülkiyeliler Birliği’nde yemek yiyordum
“Okul zamanı yaz tatilleri için geldiğim Ankara’da ise boş durmuyor, mimarlarla tanışmak, mesleğin inceliklerini görüp öğrenmek, mimarlık dünyasının havasını koklamak amacıyla Konur Sokak’taki Mimarlar Odası’na gidip geliyordum. Mimarlık öğrencileri için önemli bir yerdi ve Ankara gibi büyük bir şehrin nimetlerinden istifade etmem gerektiğini düşünüyordum. Bu gidip gelmelerimde o dönem Oda’nın genel sekreteri olan Aslı Özbay Hanım’dan bir iş rica etmiştim. Ne olursa yaparım havasındaydım; yeter ki Mimarlar Odası’nda olayım. Aslı Hanım sağ olsun, Oda’nın kütüphanesini düzenleyen ve Almanya’dan yeni gelen Mimar Bayar Çimen’e yönlendirmişti beni. Söz konusu kütüphane Türkiye Mimar ve Mühendisler Kütüphanesi olarak İstanbul’da kurulmuş, 1992 yılında Ankara’ya nakledilmişti. Müthiş bir doküman zenginliğine sahipti. O dokümanların düzenlenmesi, tasnifi gerekiyordu. İş zor ve karışıktı. Sonuçta iki yaz üst üste o kütüphanenin kuruluşunda görev aldım. Bu süreçte, çalışmamın tek karşılığı olan yemek fişimle öğle yemeklerini Mimarlar Odası’nın tam karşısındaki Mülkiyeliler Birliği’nde yiyordum. Ünlü politikacıları ve köşe yazılarını okuduğum gazetecileri görmek, onlarla aynı yerde yemek yemek, tanışma fırsatı bulmak beni çok mutlu ediyordu. O ortamın da çok etkisinde kalmıştım...”
Hedefim ömür boyu ofiste çizim yapmak değildi
“Mezuniyetten sonra geldiğim Ankara’da yaptığım ilk şey, Mimarlar Odası’na kayıt olmaktı. Artık oda sicil numarası olan bir mimardım. Ardından Kızılay’da bir tasarım ofisinde işe başlamıştım. Tasarım ofisi çok düşünmüyordum açıkçası. Bir süre sonra, sonu gelmez çizimler, yarışmalara yetişme stresi bana kendimi hala jüriye proje yetiştiren öğrenci gibi hissettirmişti. Bu işin ne kadar zor, bir o kadar da değerli olduğunu bilmeme rağmen hedefim ömür boyu ofiste çizim yapmak değildi. Şimdi lise ikiye giden kızım, 5 yaşlarında ‘anne sen mimarsın, neden hiç çizim yapmıyorsun’ diye beni sorguladığında da, bazı mimarların da sahada olmasını, lezzetli bir yemek için, iyi malzeme ve iyi işçilik örneği ile anlatıyordum O’na. Dolayısıyla ben insanlarla diyalog içinde olacağım hareketli ve uygulama ağırlıklı bir iş istiyordum. İş arayışım devam ederken karşıma hazır endüstriyel mutfak üreticisi Kromlüks çıkmıştı. O firmada hem teorik hem pratik deneyimler edindiğimi söyleyebilirim. Anadolu’da birçok Anadolu Lisesi inşaatı başlamıştı ve Kromlüks’ün yan firması bu inşaatlarda bazı önemli ihaleler kazanmıştı. Bu da bana hayal ettiğim bir iş ortamını sağlamıştı. Hem ofiste çizimler ve hakedişler yapıyor, hem de şantiyelere gidiyordum. Mersin’de olacak düğün törenim dolayısıyla bir yılım tam dolmadan izin alamayacağım söylendiğinde, özel sektör kuralları ile yüzleşecek ve üzülerek 1995 yılında ayrılmak zorunda kalacaktım…
Rüzgarlı Sokak ve Levent Tecrit...
“Eşimle fakülte birinci sınıftayken, ortak aldığımız Almanca dersinde tanışmıştık. Kendisi de yine Anadolu Üniversitesi Makine Fakültesi öğrencisiydi ve Almanya’da uzun bir müddet yaşadığı için Almancası çok iyiydi. Hepimizin de sınavlarda en büyük yardımcısı idi... Mühendislik Fakültesi ile ortak aldığımız Almanca dersi tanışmamıza vesile olmuştu... 1996 yılındaki evliliğimizin ardından, artık çok sevdiğim mesleğime devam etmek istiyordum. Arayışlarım sürerken gazetedeki, daha önce duymadığım Levent Tecrit isimli bir firmanın ilanına rastlamış ve başvurmuştum. İzolasyon sektöründe çalıştırılmak üzere yeni mezun, seyahat engeli olmayan, şantiyelere gidecek bir mimar aranıyordu. O dönem iş ilanları için gazeteler takip edilirdi. Yer, Ankara’da büyümeme rağmen daha önce hiç görmediğim, bir zamanlar siyasi parti genel merkezlerinin yer aldığı, ulusal ve yerel basın büroları ve matbaalarıyla ‘Ankara'nın Babıalisi’ olarak adlandırılan Rüzgarlı Sokak’tı. Görüşmeye gittiğim gün Ulus Meydanı’nda otobüsten inip, Eski Meclis’in önünden geçip, geldiğim Rüzgarlı Sokak bende farklı duygular yaratmıştı. Etkilenmiştim. Dükkanların önünde inşaat malzemeleri, malzeme yüklü kamyonlar, vitrifiyeler... Aşırı bir hareket... ‘Böyle bir yerde bir mimara nasıl bir ihtiyaç olabilir ki’ diye düşünüyordum bir taraftan da. O günlerde internet olmadığından firma, sektör ve yer hakkında hiçbir bilgim yoktu. Ön araştırma yapamamıştım. Yalıtımın, 25 yıl boyunca, zift gibi kazısam da çıkmayacak bir sevgi ile çalıştığım iş hayatıma yön vereceğini bilmeden, Rüzgarlı Sokağın en hareketli noktasında, sektördeki aktör markaların bayiliğini yapan, Ankara’nın önemli yalıtım malzemeleri satıcısı ve uygulayıcısı Levent Tecritte bulmuştum kendimi...”
“Mağazaya girdikten sonra BTM mebranların, camtülü pestili örtülerin yaydığı asfalt kokusunun arasından sarı Sika bidonları, İzocam rulolarının sınırladığı dar bir koridordan geçip üst katta bulunan Levent Bey’in odasına çıkmıştım. Yukarı katın, alt katla hiç ilgisi olmayan bir havası vardı. Levent Bey, alt kattaki karmaşayla tezat bir işveren profiline sahipti. Harika bir ofis dekorasyonu, masada okumakta olduğu kitaplar, bilgisayarı, duvarda takip ettiği projeler…”
Daha ilk gün ve ilk saatler şantiyede kule vinç sepetinde bulmuştum kendimi
“O görüşmede firma sahibi Levent Bey yalıtım sektörü ile ilgili, ilk kez duyduğum bilgiler vermişti. Zira, benim için yalıtım üniversite yıllarımdaki proje detaylarında 'bir boş bir dolu çizgiden' ibaret bir detaydı sadece. Bir kadın mimar ile çalışmak istiyorlardı. Çünkü işin arka planında, gelen talebi değerlendirip, düzgün bir teklif haline getirmek için ofis işini de güzel kotaran birine ihtiyaç vardı ve bu tip işleri kadınlar iyi yapardı. Bence o niyetle beni almak istiyordu. Neticede 1 Temmuz 1996’da Levent Tecrit’te işe başladım. Daha o ilk gün şirkete gelir gelmez, deli dolu, kabına sığmaz Tufan Bey, doğru düzgün kim olduğumu bile sormadan elindeki çantayı elime tutuşturup, kendisini takip etmemi söylemişti. Şirkete girdiğim ilk dakikalarda çanta taşımaya başlamıştım. Arabaya bindirip doğruca Ankara-Eskişehir yolunun ilk prestij binalarından Halk Bankası Genel Müdürlük binasının şantiyesine götürmüştü beni. Şimdilerde farklı bir kurum tarafından kullanılan bina oldukça yüksek bir binaydı. Şantiyeye girer girmek kendimi kule vinç sepetinde çatıya çıkarken bulmuştum. ‘Binmem’ deme şansım yoktu, ne olduğunu bile anlayamamıştım. Çatıya çıktığımızda Tufan Bey’den, yüksekten korkmadığım, nazlanmadığım ve itiraz etmediğim için bir aferin ve geçer not almıştım...”
Asfalt için gereken odun miktarını hesaplamayı bile öğreniyordum
“Binada ilerlemiş bir imalat vardı ve ben de tam ortasında işe başlamıştım. Yalıtım malzemeleriyle ilk tanışmamdı. Pestil şeklinde, bitümlü, sıcak asfaltla yapıştırılan BTM’nin C1100 serisi kullanılıyordu. Tabii zamanla Tufan Bey’in sayesinde uzmanlaşmıştım. Sıcak asfaltın ısıtılması gereken odun miktarını bile hesaplayıp analizlere koymayı öğrenmiştim bile. Levent Tecrit’in birçok markanın bayisi olması dolayısıyla temelden çatıya kadar tüm malzemeleri ve uygulamaları, bu ürünlerin nerelerde nasıl kullanılacağına dair ciddi tecrübeler ediniyordum. Bayiliğini yaptığımız firmaların eğitimlerini hiç kaçırmıyor, kendimi geliştiriyordum. Güven vermek için bilgi sahibi olmam gerektiğini biliyordum. Birçok şeyi bir arada yapıyordum. Gelen talebi cevaplıyor, teklif olarak sunuyor, malzemelerin sahada nasıl ve ne kadar kullanılacağını, işçilik bedelini hesaplıyor, ustaları sabah erkenden şantiye bırakıyor, şantiyede olan biteni gözlemliyor, hakediş yapıyordum. Her aşamaya hakim olmak zorundaydım. Tahsilatla bile ilgileniyordum...”
Röportaja 383. sayımızın e-dergi versiyonununda göz atmak için lütfen tıklayın
Ankara’da yüzlerce şantiyeye girip çıkıyordum
“Şanslıydık da... Sabah ofise geldiğimde faks makinesinden rulolar halinde taleplerle karşılaşıyordum. E-posta kullanımı yaygın değildi henüz. Hiç boş kalmıyorduk. Şantiyeler bana mısın demiyordu. Ankara’ya mal olmuş Halk Bankası Genel Müdürlük Binası, Ankara Çevre Otoyolu, Eryaman 3. Etap Konut Projesi, Mesa Koru Sitesi, Merkez Bankası, TES-İŞ Genel Merkezi, Dikmen Vadisi Projesi, Zirvekent Konutları, Vadi 2000 Konutları, Ankaray Bahçelievler İstasyonu ve TRT Naklen Yayın Binası gibi o kadar çok projede çalıştım ki... Yüzlerce şantiyeye girip çıktım. Büyük firmaların koordinatörleriyle görüşme fırsatı bulduğum için kendimi şanslı hissediyordum. Bir sürü de anı biriktirdim tabii... Mesela 1998’de ODTÜ binasının çatısını yaparken, gerçi sonradan mühendislik değil de Tıp eğitimi seçen oğlumun göbek bağını Elektrik Elektronik Fakültesi’nin çatı betonuna gömmüştüm dilek olarak...”
Yeri gelir malzeme de taşırdım
“Tufan Bey Levent Tecrit’ten ayrıldığında ben de 3-5 yıllık tecrübesi olan bir eleman haline gelmiştim. Tabii bu arada TRT’den emekli olup aramıza katılan İnşaat Mühendisi Haluk (Sezer) Bey’den de bahsetmeden olmaz. Kendisinden de çok değerli bilgiler edinmiş, onun uzmanlık alanı olan alçı bölme duvarlar gibi farklı malzemeleri ayrıntılı tanımaya başlamıştım. Çok alçakgönüllü bir yöneticiydi. Şantiyeye işçi arkadaşlarımızdan önce geldiğinde malzemeleri kamyonetten birlikte indirdiğimiz günler bile vardır. Haluk Abi’nin ardından, 2000 yılında satış ve pazarlamadan sorumlu müdür ünvanını almıştım. Fakat müdür olmamla yaptığım işler değişmemişti...”
Bakan Kurum’un şirketimizde işe başlamasına aracı olmak beni gururlandırır
“Levent Bey, işler artınca ve inşaat sektörü hareketlenince mimar olan eşi ve rahmetli oğlu Orçun’a yeni bir alan açmak amacıyla dekoratif cephe malzemelerine odaklı Levent Yapı isimli yeni bir firma daha kurmuştu. Söz konusu firma için bir mühendis arayışı devam ederken, şimdiki Çevre ve Şehircilik Bakanı Sayın Murat Kurum’un da firmamızda işe başlamasına naçizane aracı olmuş olmak beni çok mutlu eder ve gururlandırır. Yan yana masalarda çalıştık, şantiyelere beraber gittik. Bakanımız, inşaat sektöründe 1999 depreminin ardından başlayan yeniden yapılanma döneminde Adapazarı, İzmit, Karamürsel gibi deprem bölgelerinde aldığımız işlere ve TOKİ’nin yeni projelerinde aldığımız yalıtım işlerine odaklanmıştı. O zamanlar da gayet mütevazı ve çalışkan oluşu ve şantiyelere çok girip çıkmasına rağmen tertemiz giyimi ve titizliğiyle dikkatimizi çekerdi. Çevre ve Şehircilik Bakanı’nın yalıtımı çok iyi bilmesi sektörümüz için artı bir değer. Çıkan yönetmeliklerde, kılavuzlarda bunun faydasını çok göreceğimize inanıyorum...”
Ankara'da bir dönem mesai arkadaşlığı yaptığı Çevre ve Şehircilik Bakanı Murat Kurum'u İZODER yöneticileri ile makamında ziyareti...
Birçok sanatçı ve politikacının işlerini yapıyordum
Ankara Beysukent Angora Evleri’nde birçok bürokratı ve siyasetçiyi tanıyıp, yalıtım problemlerini çözmüş, Cihan Ünal’ın akan çatısına çare olmuş, Çayyolu'nda Tolga Çandar’ın bağlamasını dinlemiştim. Konutunun çatı yalıtımlarını yaptığımız tiyatro sanatçısı Hüseyin Soysalan’ın yıllar sonra dizilerde oynadığı sert karakterlerin aksine, ne kadar kibar ve misafirperver olduğuna şahit olmuştum. Resmi kurumların çok özel izinlerle girilebilen bölümlerine yalıtım yapmak için girip Ankara’daki birçok önemli binanın her birinin temeline veya çatısına şans parası atmıştım. Tabii o zamanlar akıllı telefonlar olmadığı ve her zaman fotoğraf makinesiyle dolaşılmadığı için o anları ölümsüzleştirememiş olmak beni üzer...”
Levent Tecrit ruhunu hala taşırım
“İlerleyen yıllarda Levent Bey, oğlunun zamansız vefatı nedeniyle iş hayatını eskisi kadar verimli sürdüremedi ve 2006 yılında şirketi kapattı. Bense bir süre daha gönüllü olarak kalan işleri evden sürdürmüştüm. Levent Tecrit benim için çok çok önemlidir. O ruhu hala taşırım. Edindiğim dostlukları, arkadaşlıkları unutmam mümkün değil...”
Özgeçmişi güncelledikten yarım saat sonra telefonum çaldı
“2009 yılında, Anadolu Grubu firmalarından biri olan Efes Pilsen fabrikasında yönetici olarak çalışan eşimin tayiniyle İstanbul maceramız başladı. İstanbul, bildiğim bir şehir değildi. Medyadan takip edebildiğim kadarıyla problemlerle doluydu. Geldikten sonra iki üç yıl, Levent Tecrit ruhunu üzerimden atamadığımdan iş arayışım da olmamıştı. Firmaya duygusal ve amatör ruhla bağlıydım. Fakat belli bir süre sonra evde olmaktan sıkılmaya başlayınca, oğlumun lise sınavını kazandığı gün, özgeçmişimi yeniledim ve iş aramaya başladım. Eskisi gibi gazeteden değil, artık kariyer sitelerinden iş arayışım olacaktı ve meslek hayatım boyunca benim için kariyer sitesinden yapılan ilk başvuruydu. ‘Yalıtım-Mimar’ filtresi ile karşıma çıkan birkaç ilana başvuru yapmış ve özgeçmişimi internet sitesinden güncelledikten yarım saat sonra telefonum çalmıştı...”
Amacım, ürktüğüm İstanbul’da bir şekilde işe başlamaktı
“Arayan Fixa Yapı Kimyasalları İnsan Kaynakları departmanından Hülya Hanım’dı. Firma Proje ve Teknik Satış Şefi arıyordu. Ankara’da müdür pozisyonuyla işi bırakmış olmama rağmen unvana takılmamıştım. İstanbul korkutuyordu beni. Ertesi gün görüşmeye gittiğimde nedense Hülya Hanım’ın beni firmanın sahibi Ali (Murat Ekin) Bey ile görüştürmeye pek niyeti olmadığını anlamıştım. İstanbul’u hiç bilmeyen ve İstanbul’da müşteri portföyü olmayan bir kişiyi haklı olarak tercih etmeyecekti. İstanbul’u değil ama sektörü bildiğimi, firmaya katkı sağlayabileceğim konusunda ısrarcı olup, Ali Bey’le görüşmek istediğimi bildirmiştim. Çünkü artık firma profili hakkında araştırma şansım vardı ve Ali Bey’in sektörel bir dergi için verdiği çok uzun röportajı okumuştum görüşmeye gitmeden önce. Galatasaray Lisesi, Boğaziçi Üniversitesi İşletme’den yalıtım sektörüne uzanan hikayesi ve başarıları ilgimi çekmişti. Hatta röportajında ‘İstediğim işin yüzde 99’u tamamlansa bile ben eksik kısmını dile getiririm. Ama mutlaka başladığım bir işi bitiririm, kolay kolay pes etmem...’ diyordu. Röportajını okuduğum Ali Bey’den de çok şey öğreneceğimi tahmin ediyordum. Kısa da olsa görüşme gerçekleşmiş, eve geri döndüğümde aldığım telefonla işe alındığım bildirilmişti. Ama ne ücreti ne de pozisyonu sorgulamıştım; amacım korktuğum, biraz ürktüğüm İstanbul’da bir şekilde işe başlamak ve İstanbul’u öğrenmekti...”
Fixa benim için yeni bir okul oldu
“Fixa’da işe başlamamın ardından kısa bir süre kendimi kötü hissetmiştim. Hiçbir şey Ankara’daki gibi değildi. İstanbul’da sektörde hiç çevrem olmadığından beni kimse aramıyordu, hiç telefon gelmiyordu. Ben de kimi arayacağımı, ne yapacağımı bilemiyordum. Benim bu duruma adapte olmam kolay olmasa da firma bana İstanbul’u tanımam için bir fırsat verdi. Çalışma hayatımın son 7 yılının geçtiği Fixa Yapı Kimyasalları da benim için yeni bir okul oldu. Önce İstanbul’u öğrendim, sektörümüzün her biri çok değerli profesyonellerini tanıma fırsatı buldum, onların hepsi benim kıymetli dostlarım oldu, sayısız şehir gezdim, çok sevdiğim ailem gibi gördüğüm çalışma arkadaşları edindim...”
SUDER Başkan vekilliğini yürütüyordum
“Teknik müdürlüğü ve ürün yöneticiliği, müşteri ve bayilerin teknik yönlerden desteklenmesi, proje-şantiye ve iş olanaklarının tespiti ve sonuçlandırma sürecinin yönetimi, pazarlama departmanına teknik destek, yeni katılan satış ekibine oryantasyon, yapı market zincirinde ürünlerin teknik danışmanlığının yürütülmesi gibi işlerle uğraşıyordum. Ayrıca İZODER’in ve İMSAD’ın komisyon toplantılarına katılıyor, katkı sunmaya çalışıyordum. Bir buçuk sene kadar başkan vekilliği yaptığım SUDER, özellikle geçmiş dönem başkanları ve genel sekreteri sayesinde çok sayıda eğitim düzenlemiş ve faydalı işlere imza atmış bir dernek. O süreçte faydalı şeyler yaptığıma inanıyorum. Su Yalıtım Yönetmeliği’nin yayınlanması ve kamuya arz edilmesi sürecinde gerçekleştirilen basın toplantısında SUDER Başkan Yardımcısı olarak, Müsteşar Prof. Dr. Mustafa Öztürk, İZODER Başkanı Levent Pelesen, BİTÜDER Başkanı Kemal Çolakoğlu ile görev almış olmak benim için paha biçilmez bir deneyimdi. O dönemlerde diğer derneklerin de katkılarıyla çağı yakalayan düzenlemeler hazırlanmıştı. Ben de o çalışmaların içinde olduğum için çok mutluyum…”
Su Yalıtım Yönetmeliği...
“Su Yalıtım Yönetmeliğinin layıkıyla uygulanabilmesi için mahalli idarelerle işbirliğinin geliştirilmesi gerekiyor. Yerel yönetimlerin su yalıtımına ilgisi hem depremle ilgili riskleri minimize eder, toplum sağlığına katkıda bulunur hem de sektörü hareketlendirir. Bence bundan sonra atılacak en büyük adım, yönetmeliği uygulamaya koymak için yaptırımlar konusunda ilgili mercilere baskıda bulunmak olmalı...”
Semagül Köprülü'nün SUDER Başkan Yardımcısı olarak, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı Müsteşarı Prof. Dr. Mustafa Öztürk, İZODER Başkanı Levent Pelesen ve BİTÜDER Başkanı Kemal Çolakoğlu ile katıldığı basın toplantısı...
SUDER eğitimlerinden...
Takdir ettiğim birçok büyüğüm var
“Sektörde çalışmalarıyla takdir ettiğim birçok büyüğüm var elbette... İsim saymak zor; bir kişiyi unutmuş veya atlamış olmak bile beni üzer. Ancak BTM Teknik Danışmanı Jozef Bonfil’e özel bir teşekkürüm var. Levent Tecrit zamanımdan beri derin bilgisiyle yardımlarını hiç esirgememiştir. O günlerde çözemediğimiz bir problem olduğunda hep telefonun diğer ucunda bulurduk kendisini. Yüzünü hiç görmeden yıllarca bilgilerinden faydalanmıştım. Yıllar sonra İstanbul’da İZODER komisyonunda karşımda gördüğümde minnettarlığımı ifade etmek için boynuna sarılmak gelmişti içimden. Türkiye’nin dört bir yanında eğitimler vermeye, sayısız probleme cevap sunmaya hala devam ediyor. Kendisine sağlıklar diliyorum...”
Malzemeyi tanıyan mimar bir adım öne çıkar
“İnşaat sektörü son yıllarda bir atılım içinde... Artık sıfır enerjili binalar, pasif evler konuşuluyor. On yıl önce böyle şeyler konuşulmazdı. Mantolama, enerji verimliliği bile son 20 yılın konusu. Bu konulara hem vatandaşın hem inşaat sektörü profesyonellerinin ilgisi arttı. Artık profesyoneller kendi işlerini kolaylaştıran, zaman ve para tasarrufu sağlayan, farklı malzemelere de geçişlere izin veren çözümlere yöneliyor. Bu anlamda yapı malzemesi üreticilerinin Ar-Ge çalışmalarına önem vermesi gerekiyor. Çünkü artık sistemler değişiyor, formlar değişiyor ve karmaşıklaşıyor. Malzeme üreticilerinin, hayal gücünü zorlayan ve konfor koşullarını artıran tasarımlara uyum sağlaması lazım. Bu kapsamda genişleyen malzeme yelpazesinde mimarların da bu malzemeleri iyi tanıması şart. Malzemeyi tanıyarak mezun olan mimar, tasarımda da uygulamada da bir adım önde olacaktır. Bu kesinlikle şaşmayan bir kural...”
Şantiyenin hakkını verirseniz saygı görmeme ihtimaliniz yok
“İnşaat sektöründe kadın olmanın hiç dezavantajını yaşamadım... Hep saygı gördüm. Topuklu ayakkabı değil de çizmeyle gidip şantiyenin hakkını verirseniz, bilginiz de yetersiz değilse saygı görmeme ihtimaliniz yok. Gerçi başlarda elinin hamuruyla bu işlere çok da karışma kıvamında küçük sempatik uyarılarla karşılaşmadım değil ama genele bakıldığında hiçbir olumsuzluk yaşamadığımı söyleyebilirim. Özellikle yalıtım malzemeleri hassas malzemeler; küçük bir çocuğa ilaç hazırlar gibi hazırlanması ve uygulanması gerekiyor. Kadınlar bu tip konularda titiz ve hassastırlar. Şantiyelerde kadın olmasının en büyük avantajlarından biri de daha nezih ortamlar yaratmalarıdır...”
2019’da emekli oldum
“Fixa’dan 2019’un Temmuz ayı itibariyle emekli oldum. Yine de sektörden kopmamaya gayret ediyorum. Sprey Poliüretan Poliürea Derneği (SPPD)’nden, aldığım davet üzerine yönetim kurulu üyesi oldum. Yeni nesil bir malzeme grubunu temsil etmeleri, derneğin vizyonu, aldıkları akademik katkılar, üretici, satıcı, uygulayıcı ve ekipman üreticisi ile bütünlük içinde olmaları beni etkiledi. Yalıtım Meclisi kurulması ve teknik komisyonlar oluşturulması yönünde yaptıkları çalışmaları takdir ediyorum. Araya pandemi girdi ama umarım daha sağlıklı günlerde çalışmaları hızla devam edecektir...”
Türk Sanat Müziğine yeniden yöneldim
“Emekli olduktan sonra, üniversitedeki ilgi alanım olan Türk Sanat Müziğine yeniden yöneldim. Bahçeşehir’de değerli sanatçı İTÜ Konservatuar mezunu Hocamız Pınar Barut’un korosuna dahil oldum. Bu süreçte repertuvarıma da çok sayıda şarkı dahil ettim ve daha da önemlisi o şarkıların hikayelerini öğrendim. Emeklilik ve pandeminin bir katkısı da mutfak yeteneklerimi keşfetmek oldu. Bu konuda da kendimi bir hayli geliştirdim. Çocuklarımdan ve eşimden olumlu övgüler alıyorum...”
Eşi, orta öğrenimi devam eden kızı ve Tıp Fakültesi öğrencisi oğluyla...
Kapadokya’da mağara ev aldık
“İstanbul’a 10 senede alışmamıza rağmen, yeni planlarımız için kısmet olursa iki yıl içinde ayrılmayı ve Ankara’ya dönmeyi planlıyoruz. Pandemi süreci düşüncelerimizi hayata daha çabuk geçirmemize imkan tanıdı. Kapadokya’da uzun yıllardır yaşayan abim ve eşinin vesile olması ile Ortahisar’da kayadan oyma bir ev satın aldık. Restorasyonun ardından hem yılın belli dönemlerinde orada yaşayacak hem de ufak ufak işletmecilik yapacağız. Kendimize Ankara-Kapadokya arası bir hayat planlıyoruz. Doğanın insana bahşettiği bir mucize Kapadokya. İstanbul’dan çok daha sakin ve rahat yerler. Yakında restorasyon işlerimiz başlayacak. Tabi ki sektörden kopmak imkansız... Dedim ya, bendeki yalıtım sevgisi öyle bir şey ki zift gibi; kazısanız da çıkmaz.”
Röportaja 383. sayımızın e-dergi versiyonununda göz atmak için lütfen tıklayın
Şantiye
İnşaat sektörünün buluşma noktası Şantiye, “Güven”i temsil eden “Basılı bir Yayın” olma özelliğinin yanı sıra yenilenen web sitesi, Turkcell Dergilik ve Türk Telekom E-Dergi gibi mobil uygulamalardaki varlığı, 35 bin e-bülten abonesi, 15 bini aşkın takipçiye sahip facebook ile 2 bin 500 takipçiye sahip instagram sayfaları ve 17 bin 500 linkedin bağlantısıyla inşaat sektöründe hedef kitleye erişimin en verimli ve hızlı çözümü olmaya dijital ortamlarda da devam ediyor... 1988'den bu yana basılı yayıncılıkta olduğu gibi...
Abone Olmak için
Bir yıllık abonelik bedelimiz olan 120 TL (6 Sayı, KDV Dahil)'yi TR70 0001 0008 5291 9602 1550 01 IBAN no’lu hesabımıza (Ekosistem Medya) yatırıp, dekontu ve açık adresinizi santiye@santiye.com.tr adresine e-posta veya 0532 516 03 29 no’lu telefona WhatsApp / SMS aracılığıyla ulaştırabilirsiniz.
9 Ekim 2020